Kültür, sanat, bilim, spor, siyaset ve iş dünyasının duayen isimlerini “Türkiye’nin Çınarları” projesi kapsamında fotoğraflayan Anadolu Ajansı, 72 yaşındaki Coşkun Sabah ile bir araya geldi.
Usta sanatçı, müzikle iç içe geçen hayatını ve yaşamının dönüm noktalarını anlattı.
Ailesinin Elazığ’dan Diyarbakır’a göç ettiğini dile getiren Sabah, 16 Ekim 1952’de dünyaya geldiği Diyarbakır’da 13 yaşına kadar yaşadığını söyledi.
Coşkun Sabah, çocukluğunun Sur ilçesinde geçtiğini kaydederek, “7 yaşına kadar Sur içerisinde geçti. Evin avlusunda oynadığımı hatırlarım. İki katlı, merdivenli taş evler… Evde darbuka, cümbüş gibi müzik aletleri vardı. Rahmetli babam amatör olarak müzikle ilgilenirdi. Bu işten hiç para kazanmadı. Doğuda çok enstrüman çalan var. O yıllarda kendi zevki için enstrüman çalan yüz binlerce insan vardı. Bağlama pek yoktu. Cümbüş, keman, çok az da olsa kanun…” şeklinde konuştu.
“Enstrüman çalmak genetik yatkınlıkla ilgilidir”
İlk gençlik yıllarında ağabeyiyle komşularının düğünlerinde çaldıklarını aktaran sanatçı, şu bilgileri verdi:
“Ağabeyim 13 yaşında ben 10. Enstrüman da kucağımıza sığmazdı. Ben 3-5 düğünü böyle hayal meyal hatırlarım. O düğünlere para kazanalım diye değil komşuluk görevini yapalım diye gittik. 10 yaşında ut çalmaya başladım. Genetik yatkınlığımız var. Zaten enstrüman çalmak genetik yatkınlıkla ilgilidir. Genetik kabiliyeti olmayana ne kadar ders, kurs verirsen ver, hiçbir şey olmaz.”
Sabah, 1966’da ailesiyle İstanbul’a göç ettiklerini ve babalarının 1969’da ağabeyini ve kendisini konservatuvara yazdırdığını dile getirdi.
Babası Tekin Sabah’ın ticari girişimleri dönemin ekonomik koşulları sebebiyle sekteye uğrayınca ağabeyiyle beraber Beyoğlu’ndaki çeşitli mekanlarda müzisyenlikten para kazanmaya başladıklarını vurgulayan Sabah, şunları kaydetti:
“O zaman İstanbul’da onlarca gazino vardı. Bebek Belediye, Bebek Aşiyan, Bebek Kaskonyalı, Taksim Maksim, Lunapark, Çakıl, Gar, Şişli Semiramis… Gazinolarda saz grupları çalardı. Bunları da Müzisyenler Kıraathanesi’nden seçerlerdi. O dönem yerli filmlerde de şarkı okunurdu. Filmlerde görüntü vermek için çok gittim. Ben konservatuvarda Ahmet Özhan ve Bülent Ersoy’la beraber okudum. Hatta Ahmet Özhan’la çok hatıram var. Ahmet, Harbiye Orduevi’nde askerdi. Ben de o zamanlar Taksim Maksim’de ut çalıyorum. Ahmet geldi, ‘Coşkun ocağına düştük, yıl başında bana çalar mısın?’ diye sordu. ‘Arada 1-2 saat boşluğum var o saatler arasında sahne yaparsan gelebilirim.’ dedim. O saatlerde Maksim’den çıkıp Harbiye’de Ahmet’e çaldım. Tekrar apar topar Maksim’e yetiştik. Onu hiç unutamam.
İlk bestemi Emel Sayın’a yaptım. O zamanlar Caddebostan Maksim’de Emel Sayın’a çalıyordum. Bestemi okudum, çok hoşuna gitti. Evine gittim, şarkıyı tekrar okudu, 45’lik plak doldurdu. Ama esas benim tanınmam ‘Baharı Bekleyen Kumrular Gibi’ şarkısıydı. Sonra Bülent Ersoy ‘İşte Bu Bizim Hikayemiz’i okudu. Filmde kullanıldı o da patladı. Bir sene sonra ‘Beddua’ geldi. Bu üç şarkı patlayınca patronların bir ilgisi oldu. Çamlıca’da Güzel İzmir Çay Bahçesi vardı. Hayri Engin vardı, ağabeyimle beni buldu o zaman. Orada ilk kez sahne almıştım. Ondan sonra Üsküdar’da Mutlu Düğün Salonu’nda çaldık.”
“Beşiktaş tribünlerinin bestemi okumadığı tek maç yoktur”
Galatasaray taraftarı olan ve gönül verdiği takıma besteler yapan Sabah, Beşiktaşlı futbolseverlerin de kendi bestelerini stadyumlarda söylediğini belirterek, “1985 yılında Galatasaray için bir marş besteledim. O yıllarda kullanıldı ama aradan 40 sene geçmiş. 1990 yılında çıkardığım ‘Aşığım Sana Doyamıyorum’ bütün zamanların kaset satış rekorunu kırdı. Beşiktaşlılar o yıl başladı hala 15 gün önceki maça kadar her maçta okuyorlar. Beşiktaş tribünlerinin ‘Aşığım Sana Doyamıyorum’ bestemi 1990 yılının mayıs ayından 2024’ün mart ayına kadar okumadığı tek maç yoktur. Genelde ikinci devre 60-70. dakikadan sonra okuyorlar. Buna kefil olabilirim.” dedi.
Coşkun Sabah, Bosna Savaşı yıllarında Türk askerine moral için Muazzez Ersoy ile Bosna’ya gittiklerini sözlerine ekleyerek, 1995’te ise Türk Milli Futbol Takımının Kanada’da yapacağı müsabaka öncesi İstiklal Marşı’nı okuduğunu ve bunun da bir ilk olduğunu söyledi.
Müzisyenliğin yanında yıllar içinde birtakım ticari girişimlerde de bulunduğunu söyleyen Sabah, “Rutin konserlerimiz devam ediyor. Senede bir, single dediğimiz tekli çıkarıyoruz. Şimdi müzik piyasası çok değişti. Ben ‘Anılar’ şarkısını yaptım, 1 ay sonra bütün Türkiye şarkıyı biliyordu. İlk tekliyi 4 sene önce Yalan Yıllar olarak çıkardım. Kendi kitlemize bir armağan oluyor bu. Ben buna adapte olamadım. Albümün tadı bir başkadır.” ifadelerini kullandı.
Sabah, 1980’li yıllarda Türk halkının müziğe olan ilgisinin şimdikinden çok daha fazla olduğuna dikkati çekerek, şöyle devam etti:
“1980’li yıllardaki yaşantıda öncelikler farklıydı. İnsanlar hayatını idame ettirmek için yemek yer, su içerdi. Temel ihtiyaçlarını gördükten sonra ilk akla gelen müzikti. Şimdi müziğe sıra gelmiyor. Gündemi meşgul eden, dikkati dağıtan o kadar çok şey var ki… Benim çocukluğumda Diyarbakır’da herkes bir enstrüman çalıyordu. Her evde enstrüman vardı. Tabii televizyon yok, radyo yok, sosyal hayat yok, insanlar kendini müziğe veriyordu.
1980 yılında ut ve klavyeyle bir müzikholü götürme fikrinin mucidiyim ben. Benden 10 sene sonra ilk Sinan Özen çıktı. Arkasından Metin Şentürk geldi. Utla bir geceyi götüren bendim. Başladığım gibi devam ediyorum. Ben udu çok değişik formlarda çalabiliyorum. Bir müzik adamı olarak Türkiye’nin şu andaki müzik ortamından çok memnun değilim. Çünkü ben sadece şarkıcı değilim. Ben müzik adamıyım. Dinleyici kitlesi değişti. Müziğin geride olan tarafı daha çok tiraj alıyor.”
GÜNDEM
13 gün önceGÜNDEM
15 gün önceGÜNDEM
18 gün önceYAŞAM
26 gün önceYAŞAM
26 gün önceYAŞAM
26 gün önceYAŞAM
28 gün önce