09 Ocak 2025 Perşembe
Büyük İstanbul Otogarı'ndaki viyadük çalışması nedeniyle metro seferlerine düzenleme
Balın faydaları ve zararları
Halepte neler oluyor
Sözün Bittiği Yer: GAZZE
Duyusal Fırtınalar: Çocuklarda Duyusal Aşırı Yüklenmenin Etkileri ve Çözümleri
Özel eğitimde dil ve iletişimin önemi
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) iştiraki Metro İstanbul’dan yapılan açıklamaya göre, M1 Yenikapı-Atatürk Havalimanı Kirazlı Metro Hattı’nın otogar istasyonunda hafta sonları viyadük çalışması yapılacak.
Çalışmalar kapsamında 11 Ocak Cumartesi saat 22.30’dan 13 Ocak Pazartesi saat 06.00’ya, 25 Ocak Cumartesi saat 22.30’dan 27 Ocak Pazartesi 06.00’ya, 8 Şubat Cumartesi saat 22.30’dan 10 Şubat Pazartesi saat 06.00’ya kadar Kocatepe-Otogar, Esenler-Otogar ve Terazidere-Otogar istasyonları arasında metro seferleri yapılamayacak.
Cumartesi saat 22.30’da başlayacak ve pazartesi saat 04.30’da sona erecek çalışmalarda, katener ve ray hattı kontrollerinin yapılmasının ardından herhangi bir sorun tespit edilmemesi durumunda rutin metro seferleri saat 06.00’da başlayacak.
Düzenleme süresince Otogar-Kocatepe, Otogar-Esenler ve Otogar-Terazidere arasında çift yönlü ücretsiz İETT otobüs seferleriyle hizmet verilecek.
Otogar viyadüğü üzerindeki çalışmaların güvenli bir şekilde sürdürülebilmesi için cumartesiyi pazara bağlayan gecelerde, bu metro hattında “Gece Metrosu” hizmeti sunulamayacak.
Resmi ilanların ve reklamların adil bir şekilde dağıtılması kapsamını öngören yasanın 9 Ocak 1961’de Resmi Gazete’de yayımlamasıyla faaliyetlerine başlayan kurum, şimdilerde “BİK Analitik” adını verdiği özel uygulamasıyla internet medyasını doğru bir şekilde ölçümleyebiliyor.
BİK Genel Müdürü Cavit Erkılınç, AA muhabirine, kurumun her şeyden önce dönemin en stratejik mecrası olan gazeteleri desteklemek amacıyla kurulduğunu belirtti.
Basını sübvanse etmek adına kamu kurumlarından aldığı ilan ve reklamları adil şekilde dağıtmasının amaçlandığını kaydeden Erkılınç, “Basın İlan Kurumu, ‘Şu haberi yap, bu haberi yapma.’ gibi birtakım yaptırımlarla uğraşmaz. Sadece belli birtakım ilkeler çerçevesinde, basında olması gereken özellikleri, çalışanları, çalışanların haklarının, maaşlarının ödenip ödenmemesi, gazete sayısı ve ulaşılabilirliği üzerinden birtakım kriterler belirleyerek ilanları dağıtıyor.” dedi.
Kurumun, gazete, matbaa, baskı ve dağıtım gibi hususlarda basına destek verdiğine dikkati çeken Erkılınç, bunun yanında denetleme ve düzenleme görevlerinin de bulunduğunu ifade etti.
Şu anda gazetelerin neredeyse Basın İlan Kurumunun desteğiyle ayakta kalabildiğini vurgulayan Erkılınç, “Dolaylı olarak dağıttığı ilanlarla aşağı yukarı 10 bine yakın fikir işçisi ve 40 bine yakın çalışanı bünyesinde barındırmaktadır. Bir de sosyal faaliyetlerimiz, sosyal yardımlarımız vardır. Hem eğitim anlamında hem de maddi destek anlamında senede 12-15 milyon lira arası bir destek sağlarız. Bunlar gazete çalışanlarına faizsiz verilen yardımlardır. Önceden sadece Ankara, İstanbul ve İzmir gazetelerine verilen kredi, şu anda 81 ilde, şartları yerine getiren bütün basın kuruluşlarına verilmektedir. Hem de kamu bankalarının verdiği faizden bir tık daha aşağıda, düşük faizle vermekteyiz, 36 ay vadeye kadar imkan tanımaktayız.” diye konuştu.
Erkılınç, salgın döneminde basına can suyu olduklarını, son olarak 6 Şubat 2023’te Kahramanmaraş merkezli depremlerde kampanyalar düzenlediklerini, maddi destek sağladıklarını dile getirerek, afetten etkilenen Adıyaman, Kahramanmaraş, Malatya ve Hatay’da basın kuruluşlarını bazı mükellefiyetlerden muaf tutarak pozitif ayrıcalık tanıdıklarını aktardı.
Son yıllarda 2 binden fazla gazeteciye eğitim verdiklerinin altını çizen Erkılınç, ülke genelinde kuruma bağlı 2 bin 34 yayının bulunduğunu anlattı.
Başta kamu kurumları olmak üzere kanunen verilmesi zorunlu olan ilanları ve resmi reklamları adil bir şekilde, tamamen elektronik ortamda dağıttıklarını belirten Erkılınç, “Daha önceden 41 il bize bağlıydı. Biz geldikten sonra, önceki genel müdürümüzle birlikte bütün illeri Basın İlan Kurumuna bağlı hale getirdik. Daha önceden valilikler nezdinde görevli memur arkadaşımızın tek başına organize etmeye çalıştığı bu dağıtım işini, biz üstümüze alarak hem gazetecilerin ilanlarının adil şekilde dağıtılmasını hem de paralarını zamanında bizim garantörlüğümüzde tahsil etmelerini sağladık.” bilgisini verdi.
Basın İlan Kurumunun da zamanla gelişim sürecine girdiğini söyleyen Erkılınç, şöyle devam etti:
“Özellikle 2016’dan itibaren gazetelerimizin dijital dönüşüm süreçlerini gerçekleştirebilmeleri için çok büyük emek verdik. İnternet medyasına geçiş süreçleri 2014’te başlıyor. Belli aşamalarla önce gazetelere, internet sitesi olanlara teşvik amaçlı ek gösterge verdik. Bundan sonra da internet haber sitelerinde dijital pano uygulaması yaptık, bu da çok etkili oldu. Gazeteciler o haktan istifade etmek adına ‘resmi ilanlar’, ‘ilan.gov.tr’ şeklinde bir pano koydular. Nihayetinde 2022’de 7418 sayılı Kanun’la internet medyası basına dahil oldu. Dolayısıyla artık onlar da bizden resmi ilan ve reklam almaya başladılar. Tabii ki bu süreç çok zor oldu. Hakikaten TBMM’de yatar kalkar olduk, orada geceledik. Bu süreçte Sayın Cumhurbaşkanı’mız, Sayın İletişim Başkanı’mız ve siyasi partilerin temsilcileri bize çok destek oldular, şükranlarımı arz ediyorum.”
“Gazetelerin internet haber sitelerini kurmalarını teşvik ettik”
BİK Genel Müdürü Erkılınç, kuruldukları dönemde ana omurgayı TRT ve Anadolu Ajansı hariç gazetelerin oluşturduğunu ifade etti.
2008’den itibaren dijital dönüşüm çalışmalarına başladıklarına, 2016’da tüm iş ve işlemleri otomasyona geçirdiklerine dikkati çeken Erkılınç, “Eş zamanlı olarak gazetelerin internet haber sitelerini kurmalarını teşvik ettik. Zaten 2022’den sonra da bu artık kanuni bir zorunluluk oldu, mevzuatımıza girdi. Eğer internet sitesine resmi ilan ve reklam almak istiyorsak belli şartları var. Onları ayrı bir mecra saydık. Gazeteler gibi değil, ayrı tüzel kişilikler. ” dedi.
Erkılınç, hayata geçirilen “BİK Analitik” uygulamasının Türkiye için önemine değinerek, şunları söyledi:
“2022’deki yasayla birlikte internet medyasının devreye girmesiyle ‘BİK Analitik’in kurgusunu yapmaya başladık. Zamanımız da çok dardı, 2022’nin Şubat ayından itibaren, henüz daha kanun çıkacağını hissedince biz çalışmalara başladık. İnternet medyasının ölçümlenebilirliği, ziyaretçi trafiği, okur trafiği, haber sayısı, görüntü sayısı, sayfa görüntüleme, doğrudan tekil ziyaretçisi şeklinde büyük emeklerle hazırlanmış, henüz daha kıymeti anlaşılmamış bir uygulamamız. Bence Türkiye için çok büyük bir kazanım. Biz, orada gerçek trafiği anlık ölçebiliyoruz. Hangi siteye ne kadar tekil ziyaretçi yapıldı, ne kadar doğrudan ziyaretçi yapıldı, sayfası ne kadar görüntülendi, hangi habere ne kadar kişi gitti, biz bunları çok net görüyoruz. Tabii ki bunun için belirli kriterler koyduk. Önce tekil ziyaretçi sayısını belli kategorilere ayırdık. Genel, birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci kategori şeklinde 6 kategori var. Genel kategoride, 250 bin tekil ziyaretçi üzerinden sayı talep ediyoruz, şu kadar sayı çalışan olması lazım, bunların maaşlarının ödenmesi lazım, yerinin olması lazım, adam başına 5 metrekare yer olması lazım. Tamamen modern bir yapı oluşması için çok gayret gösterdik. İnternet konusunda çok hassasız. Yazılı basın 64 yıllık bir gelenekten geliyor, biraz dağılmış durumda ama internet için daha başarılı bir süreci elde edeceğiz.”
Böylece arama motorlarının da kendilerini revize etmek zorunda kaldıklarını anlatan Erkılınç, henüz sahanın bu uygulamanın verilerine çok da alışamadığına işaret etti.
Erkılınç, Anadolu basınının dijitalleşmesi gerektiğini belirterek, “Şu anda test ettik. Mesela günlük 250-300 milyon tıklanma. Ama olağanüstü durumlarda, en son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ve yerel seçimlerde bunu gördük. 500 milyon tekil ziyaretçiyi BİK Analitik anlık olarak analiz etti. Nereden girildi, hangi siteye girildi, en çok kime itibar edildi, hangi haberler tıklandı şeklinde. 31 Mart gecesi biz de kendimizi test etme imkanı bulduk, Allah’a şükür alnımızın akıyla çıktık.” diye konuştu.
Ulusal basının çağın çok hızlı değişimini yakaladığını ancak Anadolu’da bunun biraz zor olduğunu kaydeden Erkılınç, “Şu anda 800’ün üstünde gazetemiz var, 350’ye yakın internet haber sitesi bizden istifade ediyor. Ufacık bir şehirde resmi ilanlarla kurgulanmış, ufak ufak şartları yerine getirmekten ve kaliteli baskı yapmaktan aciz gazetelerimiz var. Biz, onlara bir baba şefkatiyle çocuklarımız gibi bakıyoruz.” ifadelerini kullandı.
Pasifik Okyanusu’nda 9 mercan adasından oluşan ve 11 binden fazla nüfusu bulunan Tuvalu, iklim değişikliği nedeniyle sular altında kalmanın eşiğinde. Bilim insanları 2100’e kadar ülke topraklarının yüzde 95’inin gelgit nedeniyle sular altında kalacağını öngörüyor.
Bu riske karşı Tuvalu hükümeti, ülkenin güzelliklerini, kültürünü ve vatandaşlarının yasal haklarını gelecek nesiller için korumak amacıyla “Dijital Ulus” projesine yöneldi. Bu kapsamda Tuvalu, mirasını korumak için ülkedeki yapılardan doğal güzelliklerine kadar her şeyi dijital ortama taşıyor ve sanal dünya “metaverse”de adeta yeni bir ülke inşa ediyor.
Tuvalu, sanal dünyadaki sınırlarını güvence altına almanın yanı sıra hükümetin faaliyetlerine devam edebilmesi için dijital pasaportlar oluşturmaya çalışıyor. Bu pasaportlar vatandaşlarına, seçim ve referandumlara katılım, doğum, ölüm ve evliliklerin kaydedilmesi ve benzeri birçok resmi işlemleri dijital ortamda yapma imkanı tanıyor.
“Dijital Ulus”
Söz konusu adım ilk olarak “Dijital Ulus” projesi adıyla Tuvalu Dışişleri Bakanı Simon Kofe tarafından 2022’de Mısır’da düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 27. Taraflar Konferansı’nda (COP27) duyuruldu. “Dijital Ulus” projesi, adaların sanal bir kopyasını oluşturmanın yanı sıra ülkenin kültürel mirasını da yedeklemeyi içeriyor.
Kofe, 2023’te yaptığı açıklamada vatandaşlarına, “Tuvalu’nun ruhunu taşımak üzere tasarlanmış” bir arşiv oluşturmak için en değerli eşyalarını ve duygusal öğelerden oluşan hikayeleri, festival danslarını, çocuklarının seslerini ve anılarını gönderme çağrısında bulundu.
İklim değişikliği kaynaklı göçe ilişkin dünyadaki ilk anlaşma
Tuvalu’nun topraklarını kaybetmesi durumunda vatandaşların nerede yaşayacağı konusunda da bir anlaşma bulunuyor.
Avustralya-Tuvalu Falepili Birliği anlaşması, iklim değişikliği kaynaklı göçe ilişkin dünyadaki ilk belgeyi teşkil ediyor. Anlaşmada yer alan “onurlu hareketlilik” maddesi, Tuvalu halkına aşamalı olarak Avustralya’ya göç etme imkanı tanıyor.
Bu durum ise varlığını dijital ortamda sürdürmeyi hedefleyen Tuvalu yönetiminin, otorite ve egemenliğini başka ülke topraklarında nasıl koruyabileceğinin sorgulanmasına yol açıyor.
Bunun dışında Tuvalu, topraklarını kaybetmesiyle uluslararası hukuk açısından devlet olarak tanınma statüsünü kaybetme riskiyle de karşı karşıya. Uluslararası hukuka göre devlet olmanın şartlarından birisi “tanımlanmış topraklara” sahip olmak. Bu kapsamda hükümet, ülkeleri, iklim değişikliği nedeniyle topraklarını kaybetmesi durumunda da Tuvalu’yu bir devlet olarak tanımaya çağırıyor.
Oxford Üniversitesi Profesörü ve yazar Guy S. Goodwin-Gill ve Avustralya Ulusal Üniversitesinden Profesör Donald Rothwell, dijital olarak varlığını sürdürmeyi hedefleyen Tuvalu’nun geleceği hakkında AA muhabirine değerlendirmelerde bulundu.
“Ülkenin yasal durumunu diğer devletlerin yaklaşımı etkiler”
Profesör Guy S. Goodwin-Gill, “devlet” olarak kabul edilen ülkenin varlığının sona ermesinin ancak diğer ülkelerin yaklaşımına bağlı olacağını söyledi.
Goodwin-Gill, “Bir bölge yaşanmaz hale gelirse, insanlar başka bir ülkeye taşınabilirler. Bu noktada ülkenin yasal durumunu diğer devletlerin yaklaşımı etkiler.” dedi.
“Dijital bir ülke”nin varlığını tanımlayan bir uluslararası yasal çerçevenin henüz var olmadığını ancak dijitalleşmenin giderek yaygınlaştığını hatırlatan Goodwin-Gill, “Dijitalleşme, toplu kimliğin bir parçası olarak giderek daha da yaygın hale geliyor. Bu yüzden özellikle devletlerin dijitalleşmeyi giderek daha fazla tanıyacağını düşünüyorum.” değerlendirmesini yaptı.
Goodwin-Gill, “Avustralya, sular altında kalacak Tuvaluluları tahliye etmeyi ve onlara vatandaşlık vermeyi teklif etti. Ancak bu Tuvalu halkı için yeterli değil çünkü onlar kimliklerini korumak ve kendi kendilerini yönetmek istiyorlar.” ifadelerini kullandı.
Avustralya’da Tuvalu vatandaşlarının statü belirsizliği
Bu durumda Tuvalu vatandaşlarının Avustralya’da “özerk” olarak mı varlıklarını sürdüreceğinin henüz bilinmediğini belirten Goodwin-Gill, “Tuvalu, nasıl başka bir ülkenin ve hükümetin yasaları altında varlığını sürdürebilecek, bu iki hükümetin çatıştığı noktalarda sorunlar nasıl çözülecek, henüz bilinmiyor.” diye konuştu.
Göç hükümleri kapsamında Avustralya’da yaşayan herkesin bulunduğu ülke yasalarına tabi olduğunu söyleyen Goodwin-Gill, Avustralya ile Tuvalu vatandaşları arasında boşanma, çocukların velayeti, mülkiyet hakları, ölüm, hastalık gibi konularda bir uzlaşma sağlanması gerektiğinin altını çizdi.
Goodwin-Gill, Tuvalu vatandaşlarının, olası göç sonrası Avustralya’daki yasal statüleri konusundaki belirsizliğin, tarafların yapacağı görüşmeler sonucunda ortaya konacağına işaret etti.
Goodwin-Gill, Pasifik Adaları Forumu üye ülkelerince imzalanan “2023 İklim Değişikliği Kaynaklı Deniz Seviyesi Yükselmesi Karşısında Devletin Devamlılığı ve Kişilerin Korunmasına İlişkin Deklarasyon”un iklim değişikliği nedeniyle yerinden olan kişilerin haklarını koruduğunu anlattı.
Sular altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya olan devletlerin uluslararası hukuk tarafından korunduğunu aktaran Goodwin-Gill, bu deklarasyon sayesinde iklim değişikliği nedeniyle yok olma tehlikesi altında olan ülkelerin sorunlarının daha da görünür hale geldiğini vurguladı.
Tuvalu emsal olabilir
Bu konuya ilişkin çok sayıda soru işareti ve endişenin mevcut olduğunu kaydeden Goodwin-Gill, “Tuvalu, diğer ülkelerin de ilerleyen süreçte uygulayabileceği bir örnek teşkil ediyor. Bence bu durum dünyanın geri kalanını da etkileyebilir.” şeklinde konuştu.
Goodwin-Gill, “İklim değişikliğinin etkileri nedeniyle yerlerinden olacak kişiler için uygun çözümlerin bulunmasında dünya genelindeki diğer devletlerin katkıları da gerekiyor.” dedi.
Uluslararası hukuk açısından şu an için çözüm zor
Rothwell de uluslararası hukuka göre, bir devletin “tanımlanmış topraklara, daimi bir nüfusa, hükümete ve uluslararası ilişkilere girme kapasitesine” sahip olması gerektiğini hatırlatarak, tarihte savaş ve çatışmalar dahil çeşitli olaylar sonucu devletlerin dağılabildiği ya da sınırlarının değişebildiği örneklerin bulunduğuna işaret etti.
Dünyada henüz iklim değişikliği sonucu bir devletin topraklarını kaybetmesine dair hiçbir deneyimin olmadığını ancak tarihte bir devletin, deprem sonucu buzulların erimesiyle veya volkanik faaliyetler gibi doğal afet sonucu topraklarını kaybettiği örneklerin yer aldığını belirten Rothwell, Tuvalu halkının Avustralya’ya olası göçü sonrası ülkenin egemenliği ve otoritesini bir başka egemen ülke üzerinden sürdürmesindeki zorluklara da değindi.
Rothwell, Tuvalu’nun “Dijital Ulus” projesine atıfta bulunarak “(Tuvalu) Nüfusu, Avustralya veya Türkiye’deki kasabalardan ve hatta bazı köylerden bile daha azdır. Dolayısıyla bu az nüfus için tüm devlet kayıtlarını dijital ortama aktarmak, Türkiye veya Avustralya gibi büyük ülkeler için olduğu kadar büyük bir mesele değil.” diye konuştu.
Ayrıca Rothwell, hükümet işlerinin dijital ortamdan yürütülmesini, çok uluslu şirketlerin işleyişine benzetti.
Tuvalu’nun topraklarını kaybetmesi durumundaki statüsüne ilişkin Rothwell, “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) daimi üyeleri dahil tüm devletler için bu meselenin uluslararası hukuk açısından çözüme kavuşturulmasından çok uzağız.” ifadesini kullandı.
The Jerusalem Post gazetesine konuşan 2 İsrailli yetkiliye göre, toplantıda bölgede artan Türk nüfuzu ve İsrail’e olası etkileri ele alındı.
Söz konusu toplantıya İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, Dışişleri Bakanı Gideon Saar, Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi ve bazı üst düzey yetkililerin katıldığı aktarıldı.
Toplantının, Orta Doğu’da artan Türk nüfuzunu ve bununla birlikte “İsrail’e yönelik tehdit seviyesinde bir değişiklik” olup olmadığını ele almak için düzenlendiği kaydedildi.
İsrailli bir yetkilinin, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun da ilerleyen günlerde Türkiye’nin bölgede artan nüfuzuna ilişkin toplantı yapmasının beklendiğini aktardı.
Netanyahu’nun talimatıyla kurulan Nagel Komitesi’nin savunma bütçesi ve güvenlik stratejisine ilişkin son raporunda, Tel Aviv yönetiminin Türkiye ile “olası bir savaşa” hazırlıklı olması gerektiği öne sürülmüştü.
Bakanlıktan konuya ilişkin yapılan açıklamada, bir gazetede yayımlanan “Aileye destek lüksmüş” başlıklı haberin tüm içeriğiyle “yalan” olduğu aktarıldı.
Kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi adına konuya açıklık getirilmesinin zaruri hale geldiğine işaret edilen açıklamada, “Program, süreli olduğu için bakan imzasına gerek olmadan otomatik sonlanmıştır. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından yürütülen Türkiye Aile Destek Programı, Haziran 2022’de geçici süreli başlatılan ve öngörülen sürede doğal olarak sona eren programdır. Hazine ve Maliye Bakanımızın, programın sonlandırılmasına yönelik herhangi bir talimatı bulunmamaktadır. Bu çerçevede basında yer alan haberler gerçeği yansıtmamaktadır.” değerlendirmesinde bulunuldu.
Sosyal yardım harcamaları için ayrılan kaynak 651 milyar liraya çıkarıldı
Bu yıla ilişkin bütçenin, kuşatıcı sosyal destek sistemine kaynak aktardığına ve toplumun her kesimini gözettiğine dikkat çekilen açıklamada, şunlar kaydedildi:
“Engelli kardeşlerimizden 65 yaş üstü büyüklerimize, sosyal güvencesi olmayanlardan aile birliğini korumaya ve dar gelirli aileleri desteklemeye kadar geniş bir perspektifle sosyal yardımlarımızı sürdürüyoruz. 2025’te sosyal yardım harcamaları için ayırdığımız kaynağı 651 milyar liraya çıkardık. 2002’de milli gelirin yüzde 0,4’ü olan sosyal yardım harcamalarını 2025 yılında yüzde 1,1’e yükselttik. Son dönemde teyit edilmeden, kamuoyunda algı oluşturma amacıyla bilinçli şekilde yayılan bu tür haberlere itibar edilmemesi ve vatandaşlarımızın bu tür kasıtlı ve yanıltıcı haberlere karşı daha dikkatli olması büyük önem taşımaktadır. Kamuoyunu bu tür asılsız haberler karşısında duyarlı ve dikkatli olmaya da davet ediyoruz.”