Mescid-i Aksa’nın sembollerinden Kıble Mescidi ile Medine’deki Kuba Mescidi ve İstanbul’daki Fatih Camii gibi pek çok tarihi yapının restorasyon çalışmalarında imzası bulunan kündekar ve mukarnas ustası 64 yaşındaki Hasan Ercan, oğluna aktardığı bu mirası gelecek nesillere taşıyacak çırak bulamamaktan şikayetçi.
Sinop’ta 1960’ta doğan, 3 yaşındayken ailesiyle Beykoz’a yerleşen Ercan’ın, ahşabın görkemli dünyasıyla tanışması küçük yaşlardayken dedesinin Tokatköy’deki marangozhanesinde başladı.
Tahtayı işlemek için çocukken iskarpelayı eline alan Ercan’ın el sanatlarına yatkınlığı, hem dülger hem marangoz olan “Gökusta” lakaplı dedesi Ali Ercan’dan miras kaldı.
Türk süsleme ve el sanatları grubundaki kündekariyi yapabilen sayılı ustalardan Hasan Ercan’ın, bu mesleğe yönelmesinde dedesi gibi hayatını şekillendiren bir diğer isim ise dünyaca ünlü hattat Hasan Çelebi oldu.
Kündekarinin yanı sıra mukarnas, hat, tezhip, resim, kaligrafi ve heykel gibi sanatın birçok dalıyla ilgilenen Ercan, yaklaşık 40 yıllık meslek hayatı boyunca Mescid-i Aksa’nın sembollerinden Kıble Mescidi başta olmak üzere Medine’deki Kuba Mescidi ve Fatih Camii gibi yurt içi ve yurt dışındaki pek çok yapıda iz bıraktı.
Dedesinden aldığı bu mirası yanında çırak olarak yetiştirdiği oğlu Abdülvahit Ercan’a aktaran Hasan usta, kündekari işlediği vaaz kürsüsünde çocukken fotoğraf çektiren oğluyla yıllardır ahşabı sanatıyla şekillendiriyor.
Kündekari sanatıyla tanışma ve ilk eser
Sanat yolculuğunu AA muhabirine anlatan Hasan Ercan, çocukluktan beri ağaçla haşır neşir olduğunu ve lise yıllarında resim ve maketle ilgilendiğini belirterek, annesinin dönemin siyasi ortamı nedeniyle üniversiteye gidip güzel sanatlar okumasına izin vermediğini söyledi.
Ercan, dede mesleği mobilyacılığa yöneldiğini ve Kadıköy Hasanpaşa’da Bulgar göçmeni marangoz Bekir Yanılmaz’ın yanında çıraklığa başladığını, askerlikten sonra hattat Hasan Çelebi’yle tanıştığını belirterek, Çelebi’ye kendisinin yaptığı kalem ucunu düzeltmek için kullanılan kemikten maktalar yaptığını anlattı.
Çelebi’nin el işçiliğini beğenmesi ve kendisinden istemesi üzerine kündekari tarzında cami kürsüsü yaparak bu işe başladığını dile getiren Ercan, çalıştığı kundura fabrikasından ayrılarak atölyesini açtığını kaydetti.
Ercan, Çelebi’nin Kuba Mescidi’nin yazılarını yazmak için gittikleri Medine’ye kendisini de götürdüğünü anlatarak, 1987’de Medine’den geldikten sonra tamamen yöneldiği bu işi halen sürdürdüğünü kaydetti.
En güzel işi Mescid-i Aksa oldu
Şu ana kadar çok sayıda kayda değer iş yaptığını belirten Ercan, 1969’da Mescid-i Aksa’daki Kıble Mescidi’nde çıkan yangında tamamen küle dönen minberin orijinaline uygun şekilde yeniden yapılması için Ürdün Kralı 2. Abdullah’ın emriyle açılan ilana yaptığı müracaatın kabul edildiğini söyledi.
Hasan Ercan, en büyük arzusu olan Mescid-i Aksa’da sanatını yapmanın nasip olduğunu ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“O zaman uçuyordum. 2001’de imtihana çağırdılar. 4 gün tuttular. ‘Sen sanatkarsın belli, geleceksin ama bir işimiz var. Minareci, taşçı ustası bir Suriyeli, şerefeye mukarnas yapacaktı, yapamadı. Eğer numune olarak mukarnas yaparsan iyi olur.’ dediler. 4 günde çağırdıklarına göre -Mısırlı, Suriyeli, Faslı, Cezayirli, Iraklı sanatkarlar orada imtihandalar, bir ay müddetleri vardı- yaparım dedim ve onu da 10-11 gün içinde yaptım. Türkiye’ye geldim, sonra tekrar beni atölyeye çağırdılar. Oğlum Abdülvahit, ben, kalfam, üçümüz gittik. Atölyeyi hazırlamışlardı. Üniversitenin içinde, güzel sanatlar bölümünde devasa, çok güzel bir atölyemiz vardı. Benimle imtihana gelen rahmetli Mevlüt Çiller, bir de Maraş’tan Ali Gülaçtı diye bir arkadaşımız vardı Türkiye’den.”
İmtihan süreci devam ederken üniversitedeki bir levhayı oğluyla oyduklarını, kenarlarına rumiler yaptıklarını aktaran Ercan, “Mimar bey ‘Bu oymayı kime yaptırdınız?’ demiş. Demişler ‘Kim yapacak Hasan usta yaptı.’ ‘Ya bu oyma yapıyor muydu?’ demiş. ‘Hasan ustaya ne verirsen onu baştan başlar, sondan çıkarır.’ demişler. ‘Tamam.’ demiş. Oymacıya da ihtiyaç kalmadı. İmtihana gelenlerin içinden oymacıyı da çağırmadılar. Atölyenin çalışma düzenindeki işlerin sorumluluğunu da bana verdiler. En güzel işim bu oldu.” diye konuştu.
Mescid-i Aksa’nın kendisi için çok ayrı olduğunu, kıymetinin farkında olarak çalıştığını, Kuba Mescidi’nde de aynı bilinçte olduğunu dile getiren Ercan, bunların parayla yapılacak işler olmadığını vurguladı.
“Eskilere bakınca kendimi çırak görüyorum”
Eski sanatçılar ile yenileri karşılaştıran Ercan, “Eskilere bakınca kendimi çırak görüyorum. Onlar o zamanın şartlarına göre bildiğimiz keski aletlerinden rendeler, iskarpelalar, testerelerle bu işi yapmışlar. Şimdi CNC’ler var. CNC’ye veriyorsun programı, takır takır yapıyor. Bunlar makine işi. Onlar tamamen el becerisi ve kabiliyet meselesi. Onun için onlara çok saygı duyarım. Elimi bile değdiğim zaman bazen o ustanın hissiyatını anlamaya çalışırım.” ifadelerini kullandı.
Eskilerin ortaya koyduğu eserlere hayran kaldığını dile getiren Ercan, “Biz de yapmıyor muyuz, yeri geliyor yapıyoruz ama yine eksiğiz. Onlar bizden iyi sanatkardı. Biz yapılandan örnek alarak öğrendik, kendi kendine oluşmadı. Bizler yapmaya gayret eden usta de çırak de kalfa de ne dersen de ama güzelini yapmaya çalışıyoruz.” dedi.
Kündekar Ercan, bir işi severek yapmanın, gönül vermenin ve dört elle sarılmanın önemini vurgulayarak, “Şimdiki gençlere bakıyorum. Sanata olan bir aşk, sevgi, çalışma isteği yok. Giydireceksin spor ayakkabıları güzel tertemiz, üstüne tişörtleri, eline de vereceksin güzel bir telefon, giyindireceksin, kuşandıracaksın, orası benim burası senin gezecekler. Gençler bu duruma geldi. Eleman bulmak, yetiştirmek çok zor.” değerlendirmesinde bulundu.
“Bundan sonra gerçek sanatkar zor bulunur”
Kündekarinin makineyle yapılmasından dertli olduğunu dile getiren Ercan, kendisinin bilgisayarda çok çizim yapmadığını, kalıplarıyla çalıştığını, genellikle kafasına göre uygun olanı tasarlayıp çizdiğini kaydetti.
Oğlunun da kendisini geçtiğini, çok hassas ve daha güzel oymalar yaptığını dile getiren Ercan, şöyle konuştu:
“Mesleğimi gelecek nesillere aktarmak için uğraşıyorum ama çırak bulamıyorum. Gelmiyorlar ki çalışmıyorlar. Beğenmiyorlar tozlu, eziyetli, cefalı iş. Hele ki kündekari öyle basit bir iş değildir. Gerçekten çok kıymetli bir meslek ama yapan yok. Ustamın yanından hiç ayrılmazdım, şimdiki gençlik öyle değil yanına çağırıyorsun uzak duruyor. Baka baka öğreneceksin. Sanat gözle beyinle çalınır. Ama bunlar işimi yaptım akşam olsun kaçayım diye uğraşıyor. Böyle meslek öğrenilir mi? Yazık, üzülüyorum bu gençliğe. Okullar okutuluyor diploma için, diploma nedir, kağıt parçası. Sanatın hangi bölüm olursan ol en güzelini yapılmaya çalış. Göreceksin seni tercih edecekler. Bundan sonra gerçek sanatkar zor bulunur.”
“Çırak olarak babamızın yanında devam ediyoruz”
Abdülvahit Ercan, 7-8 yaşlarındayken babasının atölyesine giderek bu işe elinin alıştığını, lisede derslerinin olmadığı zamanlarda da atölyede vakit geçirdiğini belirterek, “Yapabileceğimiz kadar aşkla şevkle bir şeylere sarılırdık. Canım sıkılır geç saat olsun, erken saat olsun, mesai saati bittikten sonra dükkana iner, kendimce bir şeyler yapardım. Elimiz iyice kırıldıktan sonra çok hediyelik kutular yaptım. Kündekari çalışmalarında babamın yaptığı birtakım işlere ben de müdahil oldum. Yaşımız 41 oldu. Elimizden geldiğince daha çırak olarak babamızın yanında devam ediyoruz.” diye konuştu.
Babasının Türkiye’de ve Avrupa’da yaptığı çalışmalara kendisinin de emeği olduğunu aktaran Ercan, şunları kaydetti:
“Yani en kötü zımparasını, bir oymasının şeklini vermişimdir. Allah razı olsun, babam benim için çok emek sarf etti. Yapmış olduğu işleri çok bozdum. Onun oyma işlerini boza boza öğrendik. Çok da fırça yedik. Sebat ettik, sıkılmadık. Sevgimizi verdik, gördük, duyduk, elimiz de tuttu. Biraz da ailevi bir meslek olduğu için zannedersem bu sevgi içimizde, Rabbim lütfetmiş.”
Abdülvahit Ercan, bu meslekte usta çırak ilişkinin önemli olduğunu ama bunu öteye taşımak için çocuğun eğiliminin henüz ortaokul çağlarında gözlemlenip ona göre yönlendirilmesi gerektiğini söyledi.
Bu sanatı geleceğe aktarabilmenin önemine değinen Ercan, “Benden sonrası yok. Babamın tek erkek oğluyum. Şimdi düşünüyorum bu işi, mesleği, atölyeyi elimizden geldiğince sürdürebilirsek kime bırakacağız. O yüzden genç yetiştirmeye gayret ediyoruz ama onlarda sabır yok. O sebepten dolayı gençlerin biraz sabırlı, sebat içerisinde özlemle sevdiği işe sarılmaları şart.” şeklinde konuştu.
GÜNDEM
7 gün önceGÜNDEM
9 gün önceGÜNDEM
12 gün önceYAŞAM
20 gün önceYAŞAM
20 gün önceYAŞAM
20 gün önceYAŞAM
22 gün önce